28 Ocak 2011 Cuma

AŞK SENİ KUTSUYORUM

Sıcacık bir Temmuz gecesi saat on ikiye geliyor, aşıkların mekânı Büyükada’dayım ve o kadar keyifliyim ki aşkım yanımda. Eşim, aşım, ekmeğim, kader yoldaşımla yan yana yürüyoruz, sevgiliyle yürümenin tadını çıkartıyorum. Yani aşktayım. Eşim Adalı. Ama her yaz ondan çok ben Adanın tadını çıkartırım. İşinden dolayı geç saatler gelebilirse gelir. Gelemezse Adalıların İstanbul dedikleri - sanki Ada başka yerdeymiş gibi – karşı kıyıda yani Anadolu yakasındaki evimizde kalır. Hep isteriz ama onunla adada çok fazla vakit geçiremeyiz. Bir de çocuk olunca baş başa kalmanın tadına fazlaca varamıyoruz.
Ben zamâne gelinlerinden olduğum için, o gece oğlanı yatırdım, kayınvalideme emanet ettim. Eşimle sahile indik, açık külah dondurmalarımızı aldık. Gece, büyüleyici güzelliğiyle herkese hediyeler verir gibiydi. Adadaki herkes keyiften dört köşeydi. İçkili restoranlardan kahkaha sesleri, geliyordu. Hiç kimse bizim gibi vasat görünen bir çifte aldırmıyor, biz de hiç kimseyi umursamıyorduk. Onlar içkiden çakırkeyif biz ise aşktan. Nostaljik parçalar çalan meyhanelerin önünden geçerken ikimiz de yavaşladık, çünkü bu ezgiler ruhumuza, o anki halimize iyi gelmişti. Duyduğumuz güzelim müziğe kaptırmıştık kendimizi. İçkili restoranların önünden yürüdük. Öyle yerlere hiç gitmez ama gidenleri de hiç yadırgamazdık eşimle.
Restoranların bittiği sahil kenarından kumsala gidilir. Taşlarla büyük kayaların sahile yerleştirildiği açık, güzel yürüme ve oturma yerleri vardır. İnadına ben adayım der gibi seni adeta aşka çağırır. O saatte de günübirlik gelen yabancılar Adada pek kalmazdı. Kibar, nazik, naif adalılar ancak o saatlerde Adanın tadını çıkartabilirlerdi. Gündüzleri ise bu tattan mahrum olabilirlerdi çünkü biraz keşmekeşti.
O güzelim yoldan yürüdük herkes tanıdık. Yani eşim herkesi tanıyor. Bazen kafasıyla, bazen küçük bir mırıltıyla gelene geçene selam veriyordu. Ben hep kızmışımdır, şimdi biriyle lafa dalacak ve benimle vakit geçiremeyecek diye. Adalı ahbaplarını merak da etse, benim dırdırıma takılmamak için hiç kimsenin hatırını sormazdı. Zaten benim istediğim de buydu. Yoksa çok huysuzlanır burnundan getirirdim. Aşka susadığımda huysuzlandığımı çok iyi bilir.
Bir banka oturduk. Karşımızda İstanbul’u dinledik. Adeta böğürüyordu. Ama güzelim gökyüzünün altındaki deniz böğürtülerinin Adaya gelmesine engel olur gibi yutardı gürültüyü. Sahiller gayet dingin olurdu. Sanki şehirden gelen bütün kasveti deniz temizliyordu. Adada sahil çok güzeldir geceleri.

Ben dünyanın en mutlu kadını, güzel bir gece, güzel bir ada güzel bir sahil ve deli gibi bana aşık olduğuna inandığım kocam yanımda.
Bütün gün çalışmış yorulmuş, sırf bu anı beraber yaşamamız için Adaya gelmişti. Benimle vakit geçirmek için bir de oğlumuzdan da kaçmak için acelece adadaki evden duş almadan çıkmıştı. Kendisinin rahatsız olduğu benim sevdiğim ter kokusu vardı üzerinde. Ben onun kokusunu yağmurda yağan toprağın kokusuna benzetir içime çekerdim. O gün öyle yaptım. Sokuldum aşkımı kokladım. Biraz da Adalılar selam vermesin, bizden çekinsin, aşkımla benim geçireceğim vakti çalmasınlar diye kastî olarak şuh bir şekilde sarılıyordum. Parmaklarını parmaklarımın arasına geçiriyordum. Adada benim eşime yakın duruşum adalılar için gayet normal sıradan bir şeydi. Ve eminim tanıdık birileri görse bizi rahatsız etmeyip, muhabbetimize tebessüm edip geçeceklerdi. Ve istediğimde oldu. Aşkımla nitelikli vakit geçirmek için uğraştım ve geçiriyordum da. En güzeli ise her yakınlaşmama eşim de iki katı cevap veriyor olmasıydı. Aşkı yudumluyorduk.
Gelen geçen, tanıdık gözlerle baksalar bile bizi rahatsız etmiyor, nazikçe eşimi gözleriyle veya kafalarıyla selamlayıp gidiyorlardı.
Gece ilerliyor, biz aşktan sarhoş bütün Ada keyiften sarhoş. Eşimle bir muhabbet bir muhabbet. Adalılar gelip geçiyor, keyfimiz hakikaten gıcır.
Hal böyleyken, önümüzden benim yaşlarımda bir bayan ve dünya tatlısı yedi yaşlarında bir kız çocuğu geçti. Genç kadın bize baktı. Fiziği çok güzeldi, Adalı olduğu senelerce yüzdüğü kaslı bacaklarından, fit duruşundan belli oluyordu. Daha sonra kafasıyla selam falan vermedi. Biraz şaşırdım. Ama tanıdık gibi bakıyordu. Yavaşladı. Önümüzde kızıyla ilgileniyormuş gibi yaptı.
Artık sadece bana bakıyordu. Bildik biri gibi geldi bana. Ama çıkartamadım. Adada kayınvalidemin kuran toplantısında falan mı karşılaştık da ben mi hatırlamıyorum diye düşündüm. Ama öyle bir tanıdık gibi de değildi. Üstelik selam falan vermeye de niyeti yoktu. Hiç bir şey söylemedi sadece hareketlerini yavaşlattı. Oyalanıyor gibiydi. Kızıyla ilgileniyormuş gibi yaptı. Gözleriyle bir şeyler söylüyordu. Bana gülümsedi. Beni onayladı. Bu ilgiyi anlamaya çalışıyordum. Garip bir sıcaklık ve yakınlık hissettim. Benim halimi onaylıyor, bana hep böyle olmamı ister gibi bakıyordu. Sevindim seni gördüğüme der gibi varlığımı kutsuyor, kafasıyla muhabbetimi onaylıyordu. Ve yavaşça gitti, giderken de arkasına dönüp baktı. Kafasıyla hoşça kal dedi.
Öyle yakın öyle sıcaktı ki sanki parçamdı. En fazla on dakika sesli bir şeyler söylemeden kalbime aktı. Eşime “bu kim aşkım” diye sordum. Duymazlıktan geldi, ne kadar meraklı olduğumu biliyor, gidip kayınvalideme tarif edip, sorup soruşturacağımdan da emin biraz tereddütlü ve isteksiz hiçbir şey konuşmadı. Söyleyeceğimi çok iyi bildiği bir cümle döküldü ağzımdan. “Sen tanımıyorsan da anneme sorayım mutlaka bilir” deyince eşim çok zorlanarak “anneme sormana gerek yok” dedi. “Neden ?” dedim. “Ben tanıyorum onu” dedi. “Ama selamlaşmadınız, yanlışın olmasın senden çok benimle ilgilendi. Bana baktı” dedim. Sesi çatallaşarak tekrar bayağı zorlanarak “ Tanıyorum” dedi. ” Eee o zaman kim? “ diye sordum. Çok ama çok güçlükle “Lena” dedi. Ben devam et der gibi baktım. Biraz daha kasılarak “Benim ortaokul aşkım” dedi. O anki duygularım gibi bir duygu daha önce hiç yaşamadığımı hatırlamıyorum.

Lena’ yı kıskanmadım. Hatta kendi parçam gibi hissetmiştim. Nasıl böyle bir yanlış yapardım. Kendi içimde fırtınalar estiriyordum. Zihnim kızmam, kıskanmam, hatta bağırıp çağırmam gerektiğini söylerken, hislerim ona karşı muhabbet besle diyordu. Bu gitgellerde durakladım. Güzel gece ölü sessizliğine döndü adeta. Kızamıyordum da.
Eşim de ne kadar kıskanç olduğumu bilir. Herhangi bir toplantıda, düğünde, bayramda bir kadın eşime şuh bir ses tonuyla veya cilveli bir hareketle sıradan bir şeyi sorsa, ben hemen tırnaklarını çıkaran bir kedi gibi eşimi ilk bulduğum köşede sıkıştırıp “ O kadının hareketlerini sevmedim, ondan uzak dur” der huysuzlanırdım. Ne oluyor da bu Lena için aynı duyguları beslemek için yırtınsam da bir türlü bu kadını kıskanmıyordum.
Bir süre sustuk. Uzaklaşırken Lena’nın verdiği bütün mesajlar sil baştan gözümün önünden geçiyordu. Evet sanki bana “Bir zamanlar benim olan kalbi, yine onu seven sana emanet ediyorum, görüyorum ki aşkıma iyi bakan birisin, Seni kutsuyorum. İyi ki varsın. Ve emanetime iyi bak. Evet bana sıcacık mesajı buydu. Bütün çıplaklığıyla gözlerinden ruhundan geçen ama tekbir kelime bile söylemesine gerek kalmayan ifadesi buydu. İkimizi birbirine bağlayan aşık olduğumuz yürek aynı kişiye aitti. O yürek aramızda köprü olmuştu. Bana tanıdık sevecen davranmıştı. Ben de dünden hazırım ya sevmeye hemen onu sevmiştim.
Eşim gardını almış, tepkilerime hazırlanmaya çalışıyordu. Bir şeyler gevelemeye çalışıyorken sözünü kestim. “Rahatsız olmadım inan” dedim. “Hatta bana çok güzel baktı. Şayet sana baksaydı, belki cüretine gıcık olurdum. Senle hiç ilgilenmedi, ve gerçekten ben sevdim bu Lena’yı” dedim. Eşim şaşkın. Ben “ Aşkım biraz anlatsana Lena’yı ” dedim. O kadar istekliydim ki. Eşim rahatlamış bahsetmeye başlamıştı. ”Şey ilk aşkım. Ortaokulda aynı sınıftaydık. Masmavi gözleri vardı.” Dedi. Ben “ Benim gözlerim de mavi” diyerek sözünü kestim. Gözlerimin içine sevgiyle bakarak ”Biliyorsun, evlenmeden önce mavi gözlü eş benim duamdı” dedi.
Gülümsedim.” Eeee devam et dedim. Yüzü değişti. Acı bir şeyler anlatacak gibi oldu. Sıkıştırdım. Bizim “Okulda din dersi öğretmenimiz vardı. Beni çok severdi. Bilirsin biz okula gitmeden namaz surelerini öğrenirdik. Ben de hepsini baştan en güzel tecvidiyle okurdum. Bir numaralı öğrencisiydim ben. Ama ben onu, onun beni sevdiği kadar sevmezdim” dedi. Ben hemen merakla “ Neden” diye sordum. Lena Hristiyandı. Din dersleri de zorunluydu. Lena dilinin bile dönmediği bu namaz surelerini ezberlemekte çok zorlanıyor hatta beceremiyordu. Din hocamız da olmuyor Lena olmuyor diye her ders onu azarlıyordu. Ben çok üzülüyordum.
“E ee öğretseydin ya kıza” dedim..”Kız Müslüman değildi ki aşkım…Öğretmeye kalkmam Lena’ya eziyet olmaz mıydı?” Dedi. O yaşta yapılan bu yanlışı görmesinin tek sebebi ona olan sevgisiydi. Eğitim adına Lena’nın çekmek zorunda kaldığı eziyeti, hem de oniki- onüç yaşlarında bir çocuğun üzerindeki baskı benim de canımı sıkmıştı. Kendi üniversite ve başörtü olaylarımda yaşadıklarım gözümün önüne geldi. Lena’ya yapılan haksızlığı hissedip bir daha içim burkuldu.
İlk aşkından ilk hatırladığı buydu.
Ben Lena’yı kıskanmak şöyle dursun, hatta sevdim..Bana emanet ettiği kalbin içinde gezinmiş, aşkı yaşamış birisiydi benim gözümde..Ve tuhaf benimle aynı, inanç için yapılan dayatmacılığın eziyetini yaşamıştı..Lena ile ortak yönlerimiz oldu oracıkta. Ben sahiplenen dostu oluvermiştim hemen Lena’nın.
Yıllar sonra onun duygularını , kendi duygularımı tahlil ettiğimde şu sonuca ulaştım. Lena aşkı yaşamıştı. Ben de Aşıktım. Aşkta kıskançlık yoktu. Aşkınız mutlu ise bu mutluluğu sizden başkasıyla tadıyorsa siz de mutlusunuz.
Lena kocamı cezbederek çağıran, şuh tavırlarda olan birisi değildi. Kocama aşık birisiydi..Onu mutlu görünce bu mutluluğa sebep olan beni kutsamıştı. Bana bu güzel duyguları yaşattığın için ben de seni kutsuyorum Lena.
Seni seviyorum Lena kocamın ilk Aşkı.

Gülay ŞEKER ÖZSOY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder